Geleneksel El Sanatları Online Satış Web Sitesine HOŞGELDİNİZ!

HABERLER / DUYURULAR

Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı'nın Yeni Eserleri Satışa Sunulmuştur

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından yayınlanan yeni eserler Sanal Mağazamızda satışa sunulmuştur.

 

Keşşâf Tefsiri (3. Cilt)

Doğduğu şehre nisbetle Zemahşerî olarak tanınan ve uzun süre Mekke'de yaşadığı için Cârûllah lâkabıyla anılan Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, özellikle Arap dili ve edebiyatı konusunda otorite kabul edilmiş ve aslen Arap olmamasına rağmen Şeyhu’l-Arabiyye (Arapçanın pîri) diye nitelendirilmiştir. Hadis, fıkıh, kelâm gibi ilimlerde de geniş bilgiye sahip bulunan ve bu alanlarda başucu niteliğinde eserler telif eden Zemahşerî’nin eserleri arasında el-Keşşâf’ın yeri bambaşkadır.

Zemahşerî’nin Mu‘tezile akidesine bağlı olması, Keşşâf’ı genel kabulden uzak tutsa da bu tefsiri Kur’ân’ın diline tercüman olan zirve eser haline getiren özelliği yazarının me’ânî, beyân ve bedî’ ilimlerindeki üstün bilgi birikimidir. Nitekim Arap dili ve edebiyatı çerçevesinde Kur’ân-ı Kerîm’e getirdiği şahane açıklamalar, dakik kelime ve kavram analizleriyle Zemahşerî, kelâmullahın üstünlük ve inceliklerini iyi tespit ederek bu alanda zirveyi yakalamış, kendisinden sonraki hemen hemen bütün tefsirleri etkilemiştir.

Ağırlıklı olarak dirayet metoduyla yazdığı Keşşâf’ta Zemahşerî, kıraat farklılıklarına dikkat çekerek bunlar arasında Kur’ân’ın üslûbuna uygun düşenleri tercih etmiştir. Ahkâm âyetlerinden fıkıhta tâbi olduğu Hanefî mezhebine uygun hükümler çıkaran müellif, Şâfiî mezhebine ait görüşlere de yer vermiştir. Eserde uygulanan akılcı metodun bir gereği olarak çelişkili gibi görünen âyetlerin te’vili üzerinde durulurken, Kur’ân’da çelişkili bilgiler bulunmadığı belirtilerek bu husustaki itirazlar cevaplandırılmıştır.

Üçüncü cildi 2017 yılında basılan ve altı cilt halinde tamamlanması planlanan Keşşâf Tefsiri, Prof. Dr. Murat Sülün editörlüğünde alanında yetkin bir çeviri heyeti tarafından yayına hazırlanmış ve orijinal metin ile karşılıklı olarak okuyucuya sunulmuştur.

 

El-Fasl

Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Sâid b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (ö. 456/1064), hadis imâmı ve hafızı, tarihçi, ansiklopedist, hukukçu, edip ve şair olma vasıfları ile meşhur olmuş bir âlimdir. İbn Hazm, İslam âlimleri içerisinde çok sayıda eser veren ilim adamlarından biri olarak bilinir. Endülüs Emevîleri yönetiminde, babası gibi kendisi de vezirlik görevinde bulunmuştur.

el-Fasl, dinler tarihi alanında yazılan milel (hak dinler) ve nihal, (batıl dinler) türü eserler arasında kapsamlı bir çalışma olarak bilinmektedir. Ayrıca el-Fasl’ın İslam tarihi açısından 10. ve 11. yüzyıl gibi erken sayılabilecek bir dönemde Endülüs’te, müslümanların yanında yahudilerin ve hıristiyanların da yoğun olarak yaşadığı bir yerde kaleme alınmış olması; İslam dışındaki dinler ve mezheplere dair verdiği bilgiler açısından onu tarihi değere sahip bir çalışma kılmıştır. el-Fasl, Allah’ın varlığının ispatı, yahudiler ve Tevrat, hıristiyanlar ve İncil, İslamî fırkalar ve bunların temel itikadî meselelere dair görüşlerinin tenkidi konularını ihtiva etmektedir.

İbn Hazm el-Fasl’da gerek ele aldığı konular gerekse izlediği metot açısından objektif ve orijinal bir çalışma ile dinler, mezhepler ve felsefî ekolleri incelemiştir. Gerçeğin bilinmesine katkıda bulunacağı düşüncesiyle dinleri ve mezhepleri incelemeden önce bilgi nazariyesi ve varlık hakkındaki konulara yer veren İbn Hazm’ın, daha önceki benzer kitaplarda bulunmayan İslam dışı din ve mezhepleri mukayeseli olarak incelemesi, ayrıca her dinin kendi müntesipleri tarafından yazılan ana kaynaklarına başvurması, nihayet Kitâb-ı Mukaddes metinlerini karşılaştırmada modern bilim adamlarının dikkatini çekerek onlara öncülük yapması; el-Fasl’ın kayda değer özellikleri arasında sayılmaktadır. el-Fasl, Prof. Dr. Halil İbrahim Bulut tarafından tercüme edilerek, Arapça metniyle beraber yayına hazırlanmıştır.

 

Makalat

 

Münşeat-ı Nabi

Klasik Türk edebiyatının ve hikemî tarzın en büyük temsilcilerinden biri olan Şâir Nâbî’nin (ö. 1712) iki yüz kırk dört metin ve mektuptan oluşan Münşeât’ı neşredildi. Daha ziyâde büyük bir şâir olarak bilinen Nâbî’nin inşâ türündeki kudretini ve ustalığını da ortaya koyan, münşeât geleneğinin temsil değeri yüksek metinlerinden biri olan Münşeât-ı Nâbî, Nâbî’nin tarihe adeta tanıklık edip hayatının geniş bir dönemine yayılmış mensur metin ve mektuplar ile bu mektupların bazılarına yazılmış cevapları içermektedir.   

Başta sadrazam ve şeyhülislamlar olmak üzere Osmanlı’da çeşitli kademelerde görev yapan bürokratlar ve ilmiyeye mensup pek çok şahıs ile dönemin şairleriyle yaptığı bu mektuplaşmalar Nâbî’nin biyografisine ve kişiliğine dâir yeni ve özel bilgiler ortaya koyduğu gibi, dönemin sosyal ve kültürel yapısına dair yapılacak araştırmalar için de belge niteliği taşımaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Adnan Oktay tarafından geniş bir inceleme ile birlikte tenkitli metin olarak hazırlanan eserin sonunda özel isimler dizini de yer almaktadır.

 

Hatayi Divanı

Türk şiirinin gelişiminde sultanların ve sufilerin payı büyüktür. Sultanların sarayları, sufilerin dergâhları diğer güzel sanatların yanında şiirin de çiçeklendiği mekânlardır. Erdebil Tekkesinin şeyhi ve Safevî Devleti’nin kurucusu Şah İsmail (1487-1524), bu iki geleneği şahsında birleştiren ender kişilerdendir. Hatâyî mahlasıyla söylediği şiirleri Deh-nâme, Nasihat-nâme ve Dîvân-ı Hatâyî adlı eserlerinde toplanmıştır. Şeyh ve şah unvanlarını taşıyan Hatâyî, hem saray çevresinin beklentileri doğrultusunda biçimlenen estetik anlayışı hem de dinî-mistik duyarlığı yansıtan şiirler söylemiştir. Onun şiirleri Safevi hükümdarlarının himayesinde yetişen çok ünlü hattat ve müzehhipler tarafından istinsah edilmiş ve süslenmiştir.

Bu neşirde Hatâyî Dîvânı’nın yazma nüshalarına bağlı kalınmış, yazmalarda yer almadığı hâlde mecmu ve cönklerde bulunan veya sözlü gelenekte okunan/icra edilen Hatâyî mahlaslı şiirlere yer verilmemiştir. Şah İsmail, siyasi kimliğiyle dönüştürdüğü tasavvuf anlayışına uygun şiirleriyle sadece Safevîler’in temel unsurunu oluşturan Kızılbaş Türkmenleri değil, Osmanlı coğrafyasındaki Alevi-Bektaşi geleneğini de derinden etkilemiştir.

Hatâyî Dîvânı’nın çoğu yurt dışındaki kütüphanelerde bulunan yirmi beş nüshası, Prof. Dr. Muhsin Macit tarafından bilimsel yöntemlere uygun biçimde incelenerek tenkitli metni hazırlanmıştır. Dîvân İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Şevket Rado Yazmaları No. 51’de yer alan nüshanın tıpkıbasımı ile birlikte okuyucuya sunulmuştur.

 

El-Elvahu'l-İmadiyye

Sühreverdî, el-Elvâhu’l-İmâdiyye’yi zamanın Harput-Diyarbakır beylerbeyi İmâdüddin Karaarslan’a ithafen ve onun talebi üzerine kaleme almıştır. Müellif, eseri felsefî konuları mebde ve meâd temelinde özlü ve bir yöneticinin de anlayabileceği sadelikte, farklı yöntemler kullanarak kaleme almıştır. Eser, felsefenin temel alanlarından fizik, metafizik, kozmoloji ve insana ilişkin çeşitli konuları içermektedir. Sühreverdî, konuları ele alırken Meşşâî yöntem ve terminolojiyi kullandığı gibi, yer yer kendine has İşrâkî yöntem ve terminolojiye de başvurmuştur. Bu yönüyle eserde her iki ekolün yaklaşım tarzlarının izlerini ve Sühreverdî’nin bu konudaki yetkinlik ve becerisini görmek mümkündür.

Bir mukaddime ve dört bölümden (levha) meydana gelen eserde Sühreverdî, ilk olarak mukaddimede temel bazı kavram ve konular hakkında bilgi verir. Birinci bölümde doğa felsefesinin (fizik) konuları olan boyutlar, unsurlar ve bunların değişim ve dönüşümü, hareket gibi konulara yer veren Sühreverdî, ikinci bölümde doğa felsefesinin önemli konularından biri olan nefs konusunu ele alır. Üçüncü bölümde metafiziğe ilişkin konulardan, zorunlu varlığın ispatı, birliği ve ondan meydan gelen ilk şeyin tekliği, felekler ve onların hareketleri ve hareket ettiricileri ve tüm nedenlerin zorunlu varlıkta son bulması gibi konuları ele almaktadır. Sühreverdî eserin dördüncü ve son bölümünde ise Allah’ın feyzi, âlemde var olan nizam ve düzen, kaza-kader, kötülük, nurlar ve nefisle ilişkileri gibi konuları ele almaktadır. İşrâkî öğretinin öz bir tasviri mahiyetinde olan eser, İslâm felsefesi literatürünün sembolik eserlerinden birisidir.

 

Hada'iku’l-Haka'ik

Taşköprîzade Ahmed Efendi’nin (ö. 968/1561) Arapça olarak 965/1558 yılın­da kaleme aldığı eş-Şakâ’iku’n-Nu‘mâniyye fî ‘Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye adlı biyografi eseri Osmanlı devletinin kuruluşundan ese­rin telif tarihine kadar her padişah dönemini ayrı bir tabakada inceler. On tabakada top­lam 521 biyografi ölüm tarihlerine göre sıra­lanarak verilmiştir. Ulema arasında dönemin düşünür ve hekimleri de yer almıştır. Eserde şahısların öğrenimleri, mesleki kariyerleri, ta­lim ve irşad faaliyetlerinin yanı sıra eserlerine de yer verilmiştir.

Taşköprîzâde’nin vefatından sonra eser defalarca Osmanlı Türkçesine tercüme edildiği gibi esere onun bıraktığı yerden itibaren devam eden ve birbirini tamamlayan müteselsil zeyiller de yazılmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan zeyillerin ilki ve en kapsamlısı  Nev‘îzâde Atâyî’nin (ö.1045/1635) Hadâ’iku’l-Hakâ’ik fî Tekmile­ti’ş-Şakâ’ik adlı eseridir.

Kurumumuz tarafından Prof. Dr. Derya Örs’ün editörlüğünde başlatılan “Şakâ’ik-ı Nu‘mâniyye Çeviri ve Ze­yilleri Projesi” kapsamında yayınlanan Atâyî Zeyli, Şakâ’ik’ın bıraktığı yer olan Kânûnî Sultan Süleyman döneminden Sultan IV. Murad devrinin ortalarına kadar gelmektedir. Her biri bir hükümdara tekabül eden sekiz tabakayı kapsayan eserde çoğunluğu hacimli 1133 biyografi yer almaktadır. Eser, Yrd. Doç. Dr. Suat Donuk tarafından üç yazma nüshasının karşılaştırılmasıyla yayına hazırlanmıştır. İki cilt olarak basılan eserin sonunda üç adet de dizin yer almaktadır. Bunların ikisi eserdeki biyografi başlıklarıyla sınırlı olup birincisi isme, ikincisi nisbeye göre tanzim edilmişken üçüncü dizin metinde geçen tüm şahıs isimlerinin yanısıra, yerleşim yeri (şehir, kasaba, köy), mimari yapı (medrese, cami, zaviye), coğrafi bölge, vb. tüm özel isimleri içermektedir.

 

Zeyl-i Şakaik

Taşköprîzade Ahmed Efendi’nin (ö. 968/1561) Arapça olarak 965/1558 yılın­da kaleme aldığı eş-Şakâ’iku’n-Nu‘mâniyye fî ‘Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye adlı biyografi eseri Osmanlı devletinin kuruluşundan ese­rin telif tarihine kadar her padişah dönemini ayrı bir tabakada inceler. On tabakada top­lam 521 biyografi ölüm tarihlerine göre sıra­lanarak verilmiştir. Ulema arasında dönemin düşünür ve hekimleri de yer almıştır. Eserde şahısların öğrenimleri, mesleki kariyerleri, ta­lim ve irşad faaliyetlerinin yanı sıra eserlerine de yer verilmiştir.

Taşköprîzâde’nin vefatından sonra esere onun bıraktığı yerden itibaren devam eden ve birbirini tamamlayan müteselsil zeyiller yazılmıştır. Bunların ilki Nev‘îzâde Atâyî’nin (ö.1045/1635) Hadâ’iku’l-Hakâ’ik fî Tekmile­ti’ş-Şakâ’ik adlı eseri, diğeri ise Uşşâkîzâde­ Seyyid İbrahim Hasîb’in (ö. 1724) Zeyl-i Şakâ’ik’ıdır.

Prof. Dr. Derya Örs’ün editörlüğünde başlatılan “Şakâ’ik-ı Nu‘mâniyye Çeviri ve Ze­yilleri Projesi” kapsamında yayınlanan Uşşâkîzâde’nin yazdığı zeyil Atâyî zeylinin kaldığı 1042/1633 yılından, 1106/1695 yılına kadar gelmektedir. 561 âlim, şeyh ve devlet adamının biyografisinin yer aldığı eser Nev‘îzâde’nin vefatıyla yarım kalan IV. Murad devrinin (17. Tabaka) tekmiliyle başlar ve II. Ahmed devrinde (21. Tabaka) vefat etmiş müderris ve tarikat büyüklerinin hâl tercümeleriyle son bulur. Eser, Dr. Ramazan Ekinci tarafından Süleymaniye Kütüphanesi, Hafid Efendi, no. 242’de kayıtlı müellifin müsvedde nüshası esas alınarak yayına hazırlanmıştır.

 
#
Tamam